Haseke’nin Buğdayını ve Hamra’nın Çiçeklerini Şiir Kitaplarına Dönüştürmek

Buğday tenli ve zayıf Yusuf, ilk buluşmamıza adeta yaşadığı bekar hayatını yansıtan ütüsüz bir gömlekle geldi. Gelir gelmez oturdu ve klasik tanışma faslından sonra yeni bir kitap yazıyormuşçasına hikayesini anlatmaya başladı.

Yusuf Suriye’nin doğusunda bulunan ve Lübnan’ın başkenti Beyrut’a 600 km uzaklıkta olan Haseke kırsalında dünyaya gelmiş. Buğday ve pamuk tarlalarının ve zeytin ağaçlıklarının sınırındaki küçük bir köyde büyümüş. Burası tarih boyunca Fırat Nehri’yle sulanan bereketli topraklarıyla ünlü bir bölgeymiş.

Bu genç adam Suriye’de “al-Shawaya” diye bilinen bir guruba ait. Bu aslında kişinin sınıfsal durumunu tasvir eden ve aşağılayıcı anlam içeren bir terim. Yusuf’un babasına göre bu Bedevi grup, kırsal bölgelere yerleşerek aslen Yemen’den getirdikleri gelenek ve adetlerini korumayı başarmış. Yusuf Suriye’de hiç ırkçılıkla karşılaşmadığını söylüyor; “Benim köyümdeki herkes Al-Shawaya’ya aitti ve bunun sınırları dışında bir Suriye tanımıyordum. Lübnan’da Al-Shawaya olmak ise kimsenin umurunda olmayan bir detay, hatta hiç kimse bu terimin ne olduğunu bilmiyor.”

Dokuz kardeşi olan Yusuf geniş bir ailede yetişmiş ve okulunu çok seviyormuş. Arapça öğretmeni Muhammed Awad’ı hala sevgiyle hatırlıyor çünkü o Yusuf’un yazmaya ve kendini ifade etmeye olan yeteneğini geliştiren kişiymiş. Bu yeteneklerini besleyen başka bir kaynak da köyde onun yaşındaki diğer çocukların hiç bilmediği ama Yusuf’un hafızasını canlandıran tecrübeler ve görüntüler olmuş. 12 yaşından itibaren yaz tatilleri Yusuf için arkadaşlarıyla koşup oynadığı bir zaman dilimi olmak yerine abileriyle Beyrut’a yolculuk edip şehrin kalbinin attığı Hamra caddesinde çiçek satmayı öğrendiği bir fırsat olmuş.

Suriye vatandaşları Lübnan’da 1948 yılından bu yana, yani ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonra geçen 70 yıl süresince, işçi olarak çalışmaktalar. Bunun sebepleri arasında iki ülkenin ekonomik yapısındaki farklılıkları (Suriye’nin ekonomisi sosyalist ve planlı, Lübnan’ınki ise liberal ve açık), para birimlerinin değerleri arasındaki farklılıkları ve geçim maliyetindeki farklılıkları sayabiliriz. Mesela, Lübnan’daki asgari ücret Suriye’de hatırı sayılır bir gelire tekabül ediyor. 2011 yılından önce Lübnan’daki Suriyeli işçi gücü 400,000 kişi olarak tahmin ediliyordu. Bu nüfus hasat zamanı artarken kışın ise azalma gösteriyordu.

Lübnan’da çalışan Suriyeli işçiler çok nadir resmi bir statüye sahip olabildiler. Genellikle ülkeye kısa zamanlı ziyaret için verilen vizelerle giren Suriyeli işçiler, resmi çalışma iznine sahip değillerdi ama yetkililer onların “resmi olmayan” yollardan çalışmalarına göz yumuyorlardı. Suriye ordusunun Lübnan’da bulunduğu yıllarda işçilerin statülerini resmi hale getirmek gereksiz görüldü. Ancak sonraki yıllarda Suriyeli işçiler zaman zaman çeşitli taciz ve saldırılara maruz kaldılar. Bu durum  oldukça tartışmalıydı çünkü birçok bireysel çatışmanın arka planında Suriye devletinin olduğu iddia ediliyordu.

Tüm bu olanlar Yusuf’un umurunda değildi. Günlerini Hamra caddesinde ve çeşitli mahallelerde gül satarak geçiriyordu. Gelip geçenler ya gerçekten gül almak için ya da bu genç yabancıyı desteklemek için gül satın alıyorlardı. Yusuf, uzun ve yorucu günlerin sonunda Beyrut’un Al Zarif mahallesindeki tek odalı evine dönüyordu. Bu odayı yakındaki bir benzincide çalışmakta olan erkek kardeşleriyle paylaşıyordu. “Brevet” olarak da bilinen orta okul hazırlık sertifikasını alana kadar her yaz ayının her gününde bunu yapmaya devam etti.

Yusuf hayatında dönüm noktası olan bir anı şöyle hatırlıyor: Hamra’nın sokaklarında dolaştığı bir gün—tam olarak Jean d’Arc sokağındaki Gustave Oteli kavşağında—yol kenarına atılmış, tozlu, kırmızı kapaklı bir kitap buluyor. Kitabı alıyor, temizliyor ve içindeki şiirleri okurken saatlerce kendinden geçiyor.

Bu hikâyeyi paylaşırken Yusuf çok net bir kararlılıkla bu anın hayatındaki diğer anlardan çok farklı olduğunu söyledi ve “o zamandan bu yana benim için çok şey değişti” dedi. Çok açık ki gerçekten de o çocuğun hayatı bu noktadan sonra çok değişmiş ve kendini bir yandan geçimini sağlayabilmek için çalışmaya diğer yandan da okumaya ve yazmaya adamış. Çocukluğundan beri hep merak ettiği bir soru onu düşünmeye ve yazmaya yönelten bir kaynak olmuş: “Biz küçükken taş atma yarışı yapardık. Bir tek ben acaba bu taş nereye gidiyor diye düşünüp hayal kurmaya çalışırdım!” Bir yazarı, şairi ya da sanatçıyı diğer insanlardan ayıran en önemli özellik farklı bir bakış açısına sahip olmasıdır. “Biz piyanoya bakınca bir enstrüman görürüz. Ama, mesela, Beethoven ona bakınca müzik görüyor.”

Bir yazarı, şairi ya da sanatçıyı diğer insanlardan ayıran en önemli özellik farklı bir bakış açısına sahip olmasıdır. “Biz piyanoya bakınca bir enstrüman görürüz. Ama, mesela, Beethoven ona bakınca müzik görüyor.”

İki yıl önce yapılan bir araştırmaya göre Lübnan’da  çalışan 18 yaş altı çocuk sayısı 100,000’den fazla. Bu sayının üçte biri Lübnanlı çocuklarken geri kalanı farklı milletlerden gelen çocuklardan oluşuyor. Bunlar arasında da en büyük payı Suriyeli çocuklar ve ondan sonra da Filistinli çocuklar alıyor. Hem ekonomik kriz ve hem de işçi ihtiyacının azalması gibi koşullar göz önüne alındığında, bu rakamların ve genel olarak dilencilik yapan kişi sayısının o zamandan beri artmış olma ihtimali çok yüksek.

İş yerlerinde ve dilenciliğin yaygın olduğu ortamlarda çocuk işçiler birçok hak ihlaline ve şiddete maruz kalıyorlar. Örneğin çocuklar, patronlarından ve diğer çalışanlardan ırkçılık görebiliyorlar, iş yerinde zehirli kimyasallara maruz kalabiliyorlar, yaşlarına ve vücut gelişimlerine uygun olmayacak kadar ağır fiziksel işler yapmak zorunda kalabiliyorlar, cinsel tacize ve fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalabiliyorlar, hak ettikleri ücreti alamayabiliyorlar.

Yusuf, bir defasında yazdığı şiiri abisi Sohbi’ye göstermiş ama abisi ona inanmamış. Ona göre Yusuf yaşında bir çocuğun böyle dizeler yazabilmesi imkansızmış. Ama genç şair, abisinin üstü kapalı olarak kendisine yalancı demesine hiç alınmamış. Olayı şöyle anlatıyor: “Çok iyi hissettim! Abim bu dizelerin benim yazabileceğimden çok daha iyi olduğunu düşünüyordu.”

Yusuf 2017 yılında Suriye’de lise diplomasını aldı. Gerçekleşemeyen hayali üniversiteye gitmek ve psikoloji okumaktı. Beyrut’ta bir kafede barista olarak çalıştı ve gizli hobisi olan yazmaya devam etti. “Good Will Hunting/Can Dostum” filmini izleyince mütevazi bir kahramanın bu kadar yetenekli olabilmesinden çok etkilendi. Bundan cesaret alarak yazdıklarını web sitelerine ve gazetelere gönderdi ama hiçbir cevap alamadı.

Her ne kadar Suriye’de Shawi olarak ırkçılık yaşamamış olsa da, Yusuf Beyrut’ta Lübnanlıların ırkçılığından kurtulamadı. Günlük hayatta maruz kaldığı ırkçılığı anlatırken, “yumuşak/hafif ırkçılığın” genel olarak en beklemediği, en eğitimli, sevecen ve onu destekleyen insanlardan geldiğini söylüyor.

Bu insanlar bilerek ya da bilmeyerek yumuşak ırkçılık uyguluyorlar. Mesela şey diyebiliyorlar: “Bir Suriyeli ve bir Lübnanlı arasında fark yok, ama sadece…” İşte bu söylenen “sadece” yani istisna durum tam tamına “yumuşak ırkçılık” oluyor.  

Bu insanlar bilerek ya da bilmeyerek yumuşak ırkçılık uyguluyorlar. Mesela şey diyebiliyorlar: “Bir Suriyeli ve bir Lübnanlı arasında fark yok, ama sadece…” İşte bu söylenen “sadece” yani istisna durum tam tamına “yumuşak ırkçılık” oluyor.

Bu genç adam her ülkede ırkçı uygulamaların olduğunun farkında ve Lübnan’da da durum bu. Irkçı düşünen ve davranan insanlar var ama onların ırkçı davranışlarında ısrar edip etmeyeceklerini asıl belirleyen etken ırkçılığa uğrayan kişinin içinde bulunduğu durum. Yani kişinin hukuki, maddi ve sosyal zayıflıklarına bağlı. Irkçı biri genellikle yorumlarını kime ne zaman yönlendireceğini gayet iyi biliyor. Lübnan gibi, ırkçı davranışlara karşı hukuki olarak hak aranamayan yerlerde ırkçılık sürekli hale geliyor.

Yusuf mütevazi gelirine göre pahalı olsa da kendisine bir telefon almış. “Birçok yere gönderdiğim yazı örnekleri için cevap gelirse diye aldım” diyor. İki mülteci arasındaki dürüst bir sohbeti anlatan kısa bir tiyatro oyunu yazmış ve yerel bir gazetede edebiyat departmanının başındaki Lübnanlı bir yazara yollamış. On gün sonra Beyrut’un telefon kodu 01 ile başlayan bir numaradan telefon gelmiş. Telefondaki kişi “Yazını çok beğendim ve basmak istiyorum. Gazetenin genel merkezindeki ofisime bekliyorum” demiş. Böylece cep telefonuna yatırım yapmış olmanın hiç de fena bir fikir olmadığı ortaya çıkmış.  

Sonrasında Yusuf’un kariyeri yeni bir yönde ilerlemeye başlamış. Günlük işinin yanı sıra bağımsız şekilde yazmaya başlamış. Belgesel bir film için senaryo yazım sürecine katılmış ve sonra 2013 yılında ilk küçük şiir kitabını yayınlamış. Her ne kadar sonrasında bu tecrübeden dolayı biraz pişman olmuşsa da—çünkü riskli bir maceraya atılmış gibi hissetmiş—kendisi de kabul ediyor ki “bu atılması gereken bir ilk adımdı; aynı ilk kez yürümeye başlayan bir çocuğun atması gereken adım gibi.” Kitap ticari olarak başarılı sayılmasa da genç şair için aslında çok daha önemli bir amaca hizmet etmiş: “Beni gerçek bir yazar olduğuma inandırdı!”

Yirmi yaşına bastığında Yusuf ailesinden bağımsız olarak kendi başına yaşamaya karar vermiş. Beklendiği üzere ekonomik olarak oldukça zor bir dönemden geçmiş ve bu sebeple yazmayı ve arkadaşlarını görmeyi bırakıp gül satma işine geri dönmek zorunda kalmış. “Tek bir korkum vardı; o da beni yazar olarak tanıyan birinin beni gül satarken görmesiydi” diyor. Gül satmak sanki kötü ya da kabul edilemez bir işmiş gibi hissetmiş ve başkalarını hayal kırıklığına uğratmaktan korkmuş.

Günler geçmiş ve artık Yusuf’un ikinci kitabını yayınlamasının zamanı gelmiş. Hamster isimli bu roman, ilk kitabından önce olan her şeyi anlattığı, yazması ve tekrar tekrar yazması dört sene süren, adeta kendi hayat hikayesini anlatıyormuşçasına, yazma tutkusunu gül satmak için bırakmak zorunda kalan birinin hikayesiymiş.

Şiir derlemesi olan üçüncü kitabı ise 2021 yılında basılmış. Bu kitapta kendini çok daha iyi ifade edebilmiş. Ayrıca bu kitap ilk denemesine kıyasla çok daha olgunlaştığı ve tecrübesi arttığı için daha fazla beğeni toplamış.

Yaklaşık iki sene önce Çalışma Bakanlığı, başta Suriyeli işçiler olmak üzere yabancı işçilerin çalışma koşullarını düzenlemek ve yasal olmayan çalışmayı kısıtlamak için bir kampanya başlatmış. Kampanya, Suriyelilerin iş lisanslarından faydalanan Lübnanlı iş verenlerin muhalefeti ile karşılaşmış ve hükümet değişiminden sonra da sonlandırılmış.

Lübnan’daki ekonomik çöküşten sonra ve COVID-19 salgınıyla beraber Suriyeli işçilerin çalışma koşulları daha önce görülmemiş düzeyde kötüleşmiş. İş imkanları aşırı derecede azalmış ve artan enflasyon sebebiyle maaşlar yetersiz hale gelmiş. Bu koşullara ayak uydurabilmek için birçok Suriyeli ve hatta Lübnanlı eğitim ve sağlık için para harcamayı kesmek zorunda kalmış, yiyecek masraflarını azaltmış ve çocuklarını çalışmaya zorlamak zorunda kalmış, ki bu krizden önce bile Suriyeliler arasında yaygın bir durumken şimdi çok daha kötü bir hale gelmiş.

Lübnan’daki yerel durumlar sebebiyle ve sorunlara çözüm getirip bir çıkış haritası çizebilecek siyasi güçlerin de tamamen yerinde saymasından dolayı, Lübnan’da yaşayan Suriyelilerin genel yaşam koşullarında herhangi bir iyileşme olacağına dair tek bir umut ışığı bile ortada görünmüyor. Ne işi olanlar ne de işsizler, ne gençler ne de yaşlılar için bu durum değişmiyor.

Bugün Yusuf, kendini güvende hissettiği bir ülkede istikrar arıyor. İstikrar olan bir yerde üniversiteye gidip psikoloji eğitimini tamamlama hayali hala devam ediyor. Bu genç şairin anlatımında daima “istikrar” kelimesi karşımıza çıkıyor. Neden psikoloji diye sorduğumuzda şöyle yanıt veriyor: “hem kendimi hem de başkalarını daha iyi anlamak için ve edebiyata çok yakın bir bilim dalı olduğu için.” Ve Yusuf, her şeye rağmen, gerçekten bir yazar.  

Bu dünyanın ne barındırdığını gördükten sonra…
Ve ne vaat ettiğini duyunca…
Başımdan tüm geçenlerden sonra…
Bir yazar olmam gerekiyordu…
Başka bir seçenek bulamadım…
Bu dünyayı sessiz sedasız terk edemezdim
Tüm bu acıların benimle beraber gömülmesine izin veremezdim.